27 Nisan 2015 Pazartesi



                       Kolay Değildir Osmanlı’ da Berber Olmak


                Avrupa’ ya karşılıksız İlan-ı aşk etmeden önce berberin adı “hallak” idi; yani “traş eden” demek. Sonra İtanlyancanın “barbiere” sini alıp “berber” yaptık. Derken batılılaşma merakının zirveye çıktığı 1900’lerin başında “berber” yerine “perukar” demeye başladık; ama kısa zamanda onu da bıraktık ve Fransızcada “saçını düzene koymak” anlamında ki “coiffer” fiilinden gelme “kuaför” ü ithal edip biraz daha Avrupalaştık!
                Şimdilerde Berberler Odası’ndan alınan sertifika ve cafcaflı dekorlarla süslü bir dükkanla bu iş yapılabiliyorsa da Osmanlı’ da berberlik yapmak herkesin harcı değildi. Berber deyip de geçmeyin sakın. O bulunduğu semtin operatörüdür; çocukları sünnet eder , hacamatın her türlüsünü yapar, kan çıbanlarını yarıp temizler , dişçilik yapar; hatta sülük bile tutardı.
                Sultan Mecid zamanında basılmış “Berberlik Adabı” adındaki kitabı ölçü almaya kalkarsak inanın bugün Türkiye’ de bir avuç berber ya kalır ya kalmaz! Bu kitapta yazılı şartlara göre ayan azası olmak bundan daha kolay.
                İşte berber olmak için iler sürülen şartlardan bazıları: Berberin yaşı otuzdan aşağı olmayacak , evli olacak , işret ile asla ülfet etmeyecek ve beş vakit namazına devam edecek. Ve daha neler ve neler… Ayrıca İstanbul kadısının on beş günde bir bunları gözden geçirmesi de şartlar arasında…
                En mühimini sona sakladım; berberlerin asabi ve hiddetli olup olmadıkları bir heyet huzurunda türlü denemelere tabi tutulurmuş. Hele bir tanesi çok ilginç! Çeşme Meydanı’ndan tedarik ettikleri iflah olmaz takımından bir ipsizi berber dükkanının ilk açılacağı günden itibaren dükkanın kapısı önünde bekletirlermiş. İpsizin vazifesi , berber dükkana girerken bir kol vuracak veya çelme takacak; fakat düşmesine meydan bırakmadan kucaklayıp kaldıracak. Tabii bütün bu alınan tertibattan zavallı berberin haberi olmayıp apansızın olacak veyahut içeri girecek traş leğenini devirecek. Anlayacağınız , adamı çileden çıkarmak için mümkün olan her şey yapılacak. Bütün bu denemeler karşısında berber kızmaz , sükünetini muhafaza ederse , imtihanı kazanmış demekmiş. Yani bu suretle , vatandaşların kellesinin rahatlıkla kendisine teslim edilebileceğine dair fetvası çıkarmış.




KAYNAK:
                Sohbet Tadında Tarih/İbrahim Refik



Osmanlı da İstanbul Beyefendisi…

                Bandırmalı Ali Efendi (Öztaylan), bugün gittikçe derinliğini kaybeden dünyamızın sayıları oldukça azalan İstanbul beyefendilerinden biri. Bu güngörmüş zarif ihtiyarın eski Dersaadet insanın hayat felsefesine dair anlattıkları, “Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer!” dedirtecek cinsten:
                “Osmanlı’da hamaldan tutun da boyacıya kadar herkes terbiyeden nasiplerini almışlardı. Umum öyleydi. ‘İstanbul’un kedi köpekleri , Avrupalılar’dan daha terbiyelidir.’ Denilirdi. Çünkü kediye ayağını vuran, kuyruğuna bir şey bağlayan yoktu.
                Eski kıraathanelerde herkes masaların etrafında toplanır, kendi aleminde çayını içer sohbet ederlerdi. Masaların üzerinde de çıngıraklar bulunur, yüksek sesle konuşulduğu veya gürültü patırtı yapıldığı zaman kıraathane sahibi hemen çıngırağı çınlatır ve ‘edep ya hu’ diyerek sükunete davet ederdi. Umumi hava böyleydi.
                Kadınların tekneden kıyıya çıkacakları zaman , tekne sahibi eline değmesin diye ceketinin kolunu elinin üzerine doğru çeker , öylece hanımların kolundan tutup karaya çıkmalarına yardımcı olurlardı. Her semtin beyefendisinin kendisine has hasletleri vardı. Beşiktaşlı başka…Emirganlı başka…Üsküdarlı başka… Kimse birbirinin önüne geçmez…Herkes birbirine yol verme nezaketi yüzünden tramvayları kaçırırlardı. İşte bütün bu güzellikleri yıktık; ama yerine ne ikame ettik?”
                Muhaddis Şeyh Muhtasaril Kittani boşuna dememiş:  Herhangi biriniz , bir şeyhin terbiyesini görmezse , hemen koşup Türk terbiyesi alsın. Türk demek , Osmanlı demektir. Osmanlı demek de İslam terbiyesi demektir.”






Kaynak:

                Sohbet Tadında Tarih/İbrahim Refik.